Keloğlan ve Kuyudaki Dev Masalı

Keloğlan ve Kuyudaki Dev Masalı Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi…

Ben dönerken dört köşeyi kasabanın kenar bir mahallesinde fakir mi fakir bir keloğlan ve ihtiyar annesi yaşarmış. Keloğlan çok akıllı ve becerikliymiş ama gel gör ki bir o kadar da tembel imiş. Tüm gün yan gelip yatar hiçbir iş yapmazmış. Zavallı annesi ise başkalarının çamaşırlarını yıkayarak kazandığı üç beş kuruş ile hem kendine hem de bu tembel oğluna bakarmış.

Günlerden bir gün annesi hiç alışık olmadığı bir durumla karşılaşmış. Tüm gün tembel tembel yatan Keloğlanın canı her nedense çarşıya inmek istemiş. Çarşıya inen Keloğlan uzaktan bir kalabalığın toparlandığını görmüş. İyice yaklaştığında ise ortada bir tellal kalabalığa bir şeyler söylemekteymiş.

“Oldukça ağır, yapması zor bir iş vardır. Bu işi yapacak babayiğit insanlara ihtiyaç vardır. İşi yapacak olana tam yüz altın verilecektir. Ben bu işi yaparım diyen babayiğit varsa hemen ortaya çıksın…”
Kalabalıktan kimsenin sesi çıkmamış ama herkes merak etmiş acaba bu iş nedir diye. Kalabalığın sessiz kaldığını göre Keloğlan hemen ortaya atlamış ve tellala: “Ben bu işi yaparım” demiş. Tellal şöyle bir baştan aşağı keloğlanı süzmüş ve pek gözü tutmamış olacak ki “Ey oğul, bu iş sana göre değildir, sen bu işi yapamazsın. Bu işi yapacak kişinin hem çok cesur, hem de çok akıllı olması lazım.” Bunu duyan keloğlan hemen hazır cevap bir şekilde “öyle deme bey baba, ummadığın ta baş yarar…” deyince kalabalık hep bir ağızdan gülmüş.

Keloğlanın haline de bir yandan acıyan tellal “tamam evlat bu görevi sana veriyorum ama söyle bakalım at binebilir misin? Çok uzak bir diyardan mal getirilecek ve gidecek olan kişi at sırtında gidecek, sen buna katlanabilecek misin?” demiş.
Bunu duyan Keloğlan kendinden emin bir şekilde “Ben yapamayacağım işin altına girmem meraklanma bey baba, sen paramı ver yeter” demiş.
“Paranı şimdi mi istersen işin bitince mi vereyim?” diyen tellala, biraz düşündükten sonra,

“Şimdi ver bey baba, yarısını yolda kendime harçlık ederim, kalan yarısını da garip anama bırakırım evin ihtiyaçlarını karşılar.” cevabını vermiş ve ardından parayı da alıp sevinçle eve doğru yola koyulmuş. Olan biteni büyük bir mutlulukla annesine anlatan Keloğlan parasının da bir kısmını annesine bıraktıktan sonra onunla da vedalaşmış ve yola çıkacak olan kafilenin toplanacağı yere gitmiş.

Tüm kalabalık toplanılacak yerde bekliyormuş. Keloğlan da gelince herkes onun hazır olup olmadığını merak etmiş ve hazırım cevabını alınca da tüm kafileyi yolcu etmişler. Yol boyunca iki gün iki gece hiç durmadan ve attan inmeden yol almışlar. Keloğlanın canı bu duruma çok sıkılmış ve her yanı ağrımaya başlamış. Tam pes edecekken aklına verdiği söz ve aldığı paralar gelmiş ve yolculuğa devam etmiş. Üçüncü gün olduğunda kafilenin başkanı burada mola vereceğiz diye durdurmuş herkesi. Keloğlan tam attan inip dinleneceğim diye sevinecekken kafile başı yanına gelmiş.
“Keloğlan şurada bir su kuyusu var ona inmem gerek ama korkmazsın değil mi?

Keloğlan herhangi bir şeyden korksa bile bunu asla söylemez ve gözü kapalı her işe burnunu sokarmış.
“Yok korkmam tabi, neden korkayım inerim ben.” diye cevap vermiş keloğlan. Hemen Keloğlanın etrafına toplanmışlar ve beline kalınca bir ip sararak onu yavaş yavaş kuyuya indirmişler.
Türkü söyleyerek etrafına baka baka kuyudan aşağı inen Keloğlan tam kuyunun ortasına geldiğinde birden sağ tarafındaki duvarda bir kapı belirmiş ve kapı aniden açılmış ve bir el aniden Keloğlan’ı içeri çekmiş. Bir süre baygın kalan Keloğlan gözlerini açtığında yemyeşil bir bahçenin ortasında otururken bulmuş kendini.

Sağına soluna bakmış ve ne kadar muhteşem bir yerde olduğunu görmüş. Karşısında devasa büyüklükte ve inanılmaz gösterişli bir saray, bahçede tavus kuşları, ördekler bin bir renkli çiçekler… Keloğlan şaşkın bir şekilde etrafına barken birden korkunç bir ses duymuş ve kendine gelmiş. Sesin olduğu yere başını çevirmiş ki birde ne görsün. Devasa bir dev.
“Ey ademoğlu söyle bakalım, bu etrafında birçok güzellik görüyorsun. Hangisi daha güzel?

Devin kendisi ve bu sorusu karşısında korkudan tir tir titreyen Keloğlan ilk başta bir şey diyemez ve öylece kalakalır. Bir süre sonra şaşkınlığını atlatan Keloğlan “Gönül neyi severse güzel olan odur sultanım…” der.
Duyduğu cevap devi oldukça memnun eder ve bir soru daha sorar.
“Söyle bakalım ademoğlu, burada bir saray, güzel bir kız ve çirkin bir zenci var, sence hangisi daha güzel?”
Keloğlan bu sefer daha bir rahatlamıştır ve hemen aynı cevabı tekrar vererek,
“Gönül neyi severse güzel olan odur sultanım…” der.
Bu cevap yine devin çok hoşuna gider ve.

“Aferin evlat sen zeki ve akıllı birinde benziyorsun, verdiğin cevap hoşuma gitti. Al bakalım şu üç narı annenle birlikte yersiniz” diyerek ulu bir ağaçtan üç tane nar vermiş Keloğlana.
Keloğlanın kolaylıkla cevapladığı bu soruyu dev her gelen sorar ama aldığı cevaplardan hiç hoşnut olmazmış. Kimi kızı güzel bulur, kimi sarayı, kimi tavus kuşunu kimi ise yeşillikleri güzel bulurmuş. Aldığı cevaplardan memnun olmayan dev ise onların kafasını koparır ve sarayın duvarlarına süs yaparmış.

Devden aldığı üç narla birlikte Keloğlan kuyuda yine türkü söyleye söyleye çıkmış. Onu gören kafiledeki diğer insanlar oldukça şaşırmışlar ve Keloğlan’a…
“Biz buradan geçerken bu kuyuya her kim girdiyse bir daha çıkamadı, nasıl oldu da sen sağ salim çıktın bu kuyudan?” diye sormuşlar.
Keloğlan da hemen vermiş cevabını.
“Size ne canım nasıl çıktıysam çıktım, hadi siz işinize bakın.”
Kafile yola koyulmuş ve uzak diyardaki ülkeye gidip malları atlara yükleyerek ülkelerine sağ salim geri dönmüşler.

Keloğlan verdiği sözü tutmanın mutluluğuyla ve işe yaramış olmanın verdiği gururla elinde devin ona verdiği üç tane narla birlikte eve doğru koşmaya başlamış. Keloğlan’ın ihtiyar annesi yine başkalarının çamaşırlarını yıkarken karşıdan oğlunun koştuğunu görünce işini gücünü bırakmış ve sevinçle o da oğluna koşmuş.

Keloğlan olanları bir bir anlatmış annesine ve devin ona hediye ettiği üç tane narı göstermiş. Narlardan birini yemek için kestiklerinde ise gördüklerine şaşıp kalmışlar. Meğer devin Keloğlan’a verdiği narlar birer mücevhermiş.

Açtıkça çoğalan nar gibi tane tane mücevher parçalarını her gün birer ikişer satan Keloğlan ve annesi kısa süre sonra çok zengin olmuşlar ve istedikleri her şeyi almışlar. Ondan sonra Keloğlan’ın n çirkinliği kalmış geriye nede kelliği. Annesi ile birlikte mutlu mesut, ülkenin en zenginleri olarak yaşamaya devam etmişler.

Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments