“Gel bak yeni bir yer açıldı, oraya götürüyorum seni.” diyor Emel. Bahçesinde soba da var sigara içilebiliyor.”
Şehrin sonu sanki; dar yollara, ara sokaklara giriyoruz. Pencerelerdeki ışık perde aralığı renginde, çıt çıkmıyor. Ortama kış saati çökmüş, bizim gecemiz henüz başlamış değil. Bir tek Emel’in ince topuklarının sesi. Rahatsızlık veriyoruz gibi, içim ürperiyor.
Uzun bir şeritten geçiyoruz. Bir nevi üstü açık tünel. Sonunda Jazz esintisi, kapıda bolca kravatlı gardiyan. Küçücük bir kapıya kıyasla, epey kalabalıklar. Bildiğim adresler karışıyor. Bu ülkede yaşadığım genç kızlığım şimdikine hiç benzemiyor. Toprağıma yabancıyım, mekanlarına hazırlıksız. Cıvıl cıvıl içerisi. Girerken artık besmele çekmiyorum.
Şarap şişeleri geçip gidiyor aramızdan, kadehlerimiz yenileniyor. Koyu bir sohbetin ortasında “Hamileyim” diyor. Evlenesi yok, o adam sadece gönlünü hoş ediyor. İronik. Biraz anlatsana dediğimde, çarşafların rengini, onun odaya yayılan kokusunu, terli, erkeksi dokusunu, kendi bacak arası sıcaklığını tarif ediyor. Adam hiç bir sabah Emel’in yanında uyanmıyor. Karmakarışığım anla işte, diyor, aşk benim için epey acımtrak bir tat. Gözüm dalmış, başımı sallıyorum. Sigaramı kültablasına hırsla bastırıyorum. İzmarit ne olduğunu şaşırıyor. Eğri büğrü, yanmaya devam ediyor. Söndürülemeyen yangın gibi anılar. Aklıma bir zamanlar beni kürtaj masasında bırakıp giden bir hiç yansıyor.
Bambaşka bir konu açıyorum. “Artık dönmeyi düşünüyorum biliyor musun, temelli yani.”
Doğmamış bebeğine bakıcı bulmuşcasına gözleri parlıyor. Aptal. Hala doğurmayı düşünüyor.
‘’Gidelim mi artık?” Dikkatim tamamen kadehin dibindeki kiraz tanesinde. Bir türlü ağzıma düşmüyor. Bir dikişte bitiriyorum. Kiraz… Buradakinin tadı bir başka. Emel ayakta dikilmiş, tuvalete sayısız kez giden o değilmiş gibi yerini soracak belli. Halbuki bir kaç adım atsa görecek.
Halime gülüyorum, halimize. Ben buralardan göçmeden önce biriktirdiğimiz hesapsız anıları düşünüyorum. Birden elim kalkıyor havaya. Kravatlıya hesap işareti yapıyorum, anlıyor. Gözünü sevdiğim memleket. Leb demeden…
Mırın kırın faslı. Daha otursa mıydık safsatası. Rüzgar ne güzel çarpıyor yüzüme, açılır gibi oluyorum. Kara bulutlar üstümde, yağmur yağar belki. Yanımda yalpalayan, ıslandığımda umursamadığım günlerin dostu. Hangi ara nasılsa ulaştığımız meydanda bir cümbüş havası. Yan yana dizili gece klüplerinin giriş kapıları. Az önce susmak bilmeyen biz değilmişiz gibi, kalabalığın yoruculuğu çöküyor üzerimize. Her yerden kulağıma çalan müzik sesleri.
“Ooo merhabalar paşam hayırdır bu saatte” Emel kahkahadan yere yığılmak üzere. Bir gariplik var. Gözlerine bakıyorum. Eskiyor kız iki saniyede. Ne oluyor, kim bu dememe kalmadan, adam çekiyor Emel’i bir barın köşesine. Konuşuyorlar. Anlıyorum. Terli, erkeksi koku bu.
Yanımdan gelen geçen insanlar var, ellerinde bira şişeleri. Omzuma çarpıyor birisi, özür diler diye dönüp bakıyorum. Yüzüme ot kokusu çarpıyor, sersemliyorum. Barın köşesine bakıyorum. Emel yok. Etrafa bakıyorum aceleci; hemen buradan uzaklaşmam gerek hissi. Ne yapacağım? Aklımda dolaşan binbir tilki. “Buyrun, girecek misiniz hanımefendi? “ diyor kapıdaki görevli. Kravatı yok. Siyah tişörtüne biri kusmuş gibi lekeli. Kafamı sallıyorum. Bileğimi sertçe eline alıyor, bir şey basıyor. Bakıyorum maymun resmi. Girerken besmele çekiyorum.
Filmlerdeki gibi müzik susmuyor, hayat durmuyor da herkes kafese düşen yeni dişiye bakıyor. Eteğimi çekiştiriyorum, lanet olasıca uzamıyor. Bütün gözler iki karış çıplaklığıma kilitleniyor. Piste doğru ilerliyorum. Ortasını göremiyorum ama derin bir çukura doğru ilerlediğimi hissedebiliyorum. Bir kaç adım daha atacak olursam, kara delik gibi yutacak beni biliyorum. Kulağıma iğrenç bir nefes dokunuyor. Tükürüğü midemi bulandırıyor. “
Kaç para?”
Duymamazlıktan geliyorum. Nabzımın artışı…
Karşıma geçip bana bakıyor. Hemen çıkmak, ilerleyebilmek istiyorum. Eteğime değen bacaklar var, belimden aşağısını göremiyorum. Kimseye hesap soramıyorum. Kalabalığı yırtamıyorum. Bi’ garip hareketler. Dans ettiğini düşünüyor. Omzuma dokunacak, hamle yapıyor. Geri çekilemiyorum. Elimi kaldırıyorum, eline çarpıyor. “Şşş sana diyorum duymadın mı, kaç parasın kızım sen. Alacam seni.” Bağırıyor.
Benim sesim daha gür çıkıyor. “Emel buradayım!” Zıplıyorum. Yüzüne hiç bakmıyorum onun. Şaşkınlığını sezebiliyorum ama. Pardon, izin verir misiniz, afedersiniz…Yara yara geçiyorum dans yığınını. Bedenim sıkış tepiş, sıyrılıyorum sonunda. Arkama bakmıyorum. Tek istediğim barın kapısından otelinkine ışınlanmak. Emel’i merak ediyorum öte yandan. Onu gerçekten görmüş olmayı çok istiyorum. Gücüm yok, korkuma yeniliyorum.
Bir sokak Hikâyesi
Maymun’muş barın adı. Eh haliyle diyorum çıkınca. Rahatlıyorum. Hava daha bir güzel sanki. İnsanlar batmıyor şimdi o kadar da. Kabus bitti, oh…Onu görüyorum. Aynı bulaşık bakış. Yılışık bir beden, ayakta duramıyor. Duvara yaslanmış, bekliyor. Gözüne fener tutulmuş tavşan gibiyim. Ona kilitleniyorum, gözlerimi o an kelepçeliyor. Sakin olup konuşsam, belki anlar. Kaçsam, yakalar. Kafası çok güzel, ya zarar verirse. İstediği neyse versem, belki sakinler. Neler diyorum ben böyle. Emel neredesin, çık gel hadi ben sana nasıl geldimse…
Önünden geçiyorum. Korktuğum gibi değil, tutmuyor kolumu, hiç bir yerimi çekiştirmiyor. Dur demiyor. Adımlarım hızlanıyor. Caddenin başında kırmızı ışık. Yanımda duruyor, sessiz. İçim çığlık çığlığa, bağırsam kanıtım yok. Bari paltom uzun olsa.
Ben önde o arkada. Başlıyor bir türkü tutturmaya. “Güzelin adı yok” diyor galiba. Epey bir vakit ikili koşuşturmaca. Sonra belli ki sinirleniyor. Yine aynı tavır, sokak ortasında başlıyor bağırmaya. Dayan ulan, az kaldı otelin kapasına. Ödüm bağrımda atıyor. Elim ayağım titriyor. Tövbeler olsun gece dışarıda olmaya, bir daha asla.
“Ulan fahişe misin nesin. Sağır mısın yoksa, sana diyorum kaç saattir, şşş baksana buraya!”
O an bakışlarım otelin giriş kapısına kilitleniyor.
Em…Emel… Emel! Ne oldu sana?
Koşuyorum. Arkamda bir bela. Önümdeki manzara daha da fena.
Vurdu bana, diyor. Gözyaşları sanki sel.
Arkama bakıyorum korkuyla. Kimse yok.
Doğuramam bu bebeği asla. Yapamam bunu kendime. Titrerken sayıklıyor.
Sarılıyorum arkadaşıma sıkı sıkıya. Hadi girelim içeri diyorum.
Zaten ben de dönmeyeceğim bir daha buraya.
Bir sokak Hikâyesi 1
Subscribe
0 Yorum
Eskiler